Yaratıcılık Teknolojiyle Buluştu: Dijital Sanat Hakkında Merak Edilenler

Sanatı uçsuz bucaksız bir tuvalde, dev bir renk paletiyle icra edebilmeyi hayal eder miydiniz? Günümüzün dijitalleşen teknolojileri sayesinde bu mümkün. Hayatımızda her açıdan hızlı ve çarpıcı değişimler yaratan teknolojik gelişmeler şüphesiz sanat dünyasında da etkilerini gösteriyor. Yaratıcılığı kullanarak duyguları aktarmanın bir yolu olan sanat, bugün gelişmiş bir dizi teknik ve dijital uzmanlıkla çok farklı biçimlerde ortaya konabiliyor.

Peki dijital sanat en genel anlamda neyi ifade ediyor? Hangi teknolojileri kullanıyor? Geleneksel sanattan ayrılan yönleri neler? Gelin şimdi, içinde bulunduğumuz zamanı yakalayan bu çağdaş sanat trendine biraz daha yakından bakalım…

 

Dijital sanat nedir?

Sanat eserlerinin dijital teknolojiler kullanılarak yaratıldığı ya da sunulduğu sanat türüne dijital sanat diyoruz. Bir animasyon filmi, fotoğraf, illüstrasyon, müzik, video veya dijital tablo… Hepsi birer dijital sanat ürünü olabilir. Ancak bunun için öncelikle bir bilgisayara ya da tablete ihtiyaç var. Mesela bir fotoğraf karesi düşünün. Fotoğraf makinesinden çıkmış olmasına rağmen onu bir dijital sanat ürünü olarak değerlendiremeyiz. Eğer bilgisayar ortamına aktarılır ve burada sanatçı tarafından birtakım estetik müdahalelere uğrarsa dijital bir sanat eserine dönüşebilir elbette.

Dijital sanat tıpkı geleneksel sanatta olduğu gibi farklı türlere ayrılabiliyor. Elbette bu noktada kullanılan malzemeler ve teknolojiler belirleyici oluyor. Örneğin sanal gerçeklik (VR) teknolojilerini ele alalım. 1980’lerden itibaren ağırlıklı olarak kullanılmaya başlanan bu teknolojiler yeni bir sanat yapma deneyimi yarattı. Sanatçılar artık sanal gerçeklik (VR) gözlükleri, dijital palet ve dijital fırça yardımıyla, fiziksel olarak görüntülenemeyen bir ortamda sanal resim ve heykeller oluşturabiliyor. Her geçen gün güncellenip gelişen programlar sayesinde sınırsız fırça boyutu ve renk seçeneğine erişebiliyor. Ayrıca resimlerini dijital tuval üzerine yerleştirerek dijital ortamda sergileyebiliyor veya 3D yazıcılarla fiziksel çıktılara da dönüştürebiliyor.

Sanatın dijitalleşmesinde önemli rol oynayan bir diğer teknolojik buluş da artırılmış gerçeklik (AR). Sanal nesnelerin dış dünyaya yerleştirilmesini sağlayan bu teknolojiler sayesinde; bilgisayar ortamında üretilen resimler, üç boyutlu sanat eserleri, hareketli grafikler ve animasyonlar fiziksel mekânlara aktarılabiliyor. Sanatçılar yapıtlarını fiziksel mekân üzerinden sergilerken sanatseverler de akıllı telefon veya tabletler aracılığıyla bu eserleri canlı olarak görüntüleyebiliyor, hatta onlarla etkileşime girebiliyor. Yani adeta sanat eserinin bir parçası haline geliyorlar.

Dijital sanatın gelişiminde önemli rol oynayan yapay zekâ (AI) teknolojilerini de unutmamak gerek. Çeşitli bilgisayar yazılımlarıyla desteklenen bu teknolojiler geçmiş öğrenimlerden yararlanarak insan zekâsını taklit ediyor ve elde ettikleri verileri etkileyici sanatsal görüntülere dönüştürüyor. Verileri okuyabilen bu makinelerin kod ve algoritmalarla sıra dışı estetik parçalar yaratabileceğini kim düşünebilirdi ki? Dahası, oluşturulan eserler projeksiyonlardan faydalanılarak fiziksel ortamlara yerleştirebiliyor. Burada başarılı sanatçı Refik Anadol’un enstalasyonlarından bahsetmesek olmaz. Anadol; yapay zekâ teknolojileri sayesinde topladığı verileri işleyerek onlara yeni bir anlam kazandırıyor. Olasılıklarla oynayarak ulaştığı yeni gerçeklikleri 3 boyutlu olarak fiziksel mekâna yansıtıyor. Bu sayede katılımcılar da gerçek ile sanalın iç içe geçtiği bir ortamda, harekeli ve ışıklı görsel temalar üzerinden sanatı deneyimleme fırsatı yakalayabiliyor. Hareketleri sırasında form değiştirebilen bu yansımalar sayesinde kişiler yaratım sürecine ortak olabiliyor.

Kısacası dijital sanat denince aklımıza mutlaka dijital bir mecra gelmesi gerekmiyor. Bazı dijital sanat eserleri web sitelerinde, reklamlarda, filmlerde, video oyunlarında veya NFT pazarında karşımıza çıkarken bazıları müze, bienal, sergi gibi fiziki mekânlarda sahneleniyor. Her iki durumda da ortak olan ise dijital bir yaratım sürecinden geçerek estetik değer kazanmış olmaları…

 

Geleneksel sanattan ayrılan yönleri nelerdir?

Dijital sanatta, sanatçı gelen fırça, boya, tuval gibi fiziksel araçlar yerine tasarım programları ile yaratıcılığını ortaya koyuyor. Sadece basit bir kurulum ile ihtiyaç duyduğu tüm malzemelere ulaşabiliyor.

Sanatçı sonsuz defa deneme ve yanılma imkânına sahip. Eserlerinde, gözle görülmesi mümkün olmayan çok ince ayrıntılara girebiliyor veya yaptığı herhangi bir hatayı tek bir tıkla geri alabiliyor.

Dijital platformlar sayesinde sanatçılar eserlerini zahmetsizce saklayabiliyor veya saniyeler içinde çok fazla kişiye iletebiliyor. Dijital sanatın erişilebilirlik açısından çok daha geniş çapta etkili olduğu bir gerçek.

Dijital platformlar sayesinde sanatçılar eserlerini zahmetsizce saklayabiliyor veya saniyeler içinde çok fazla kişiye iletebiliyor. Dijital sanatın erişilebilirlik açısından çok daha geniş çapta etkili olduğu bir gerçek.

Hata yapmak maliyetsiz olduğu için, estetik parçalar yaratma konusunda sanatseverlerin önünün bir hayli açıldığını da belirtelim. Dijital araçların sağladığı bu deneysel ortamda herkes kendi yaratıcılığını sınırsızca test edebiliyor. Ayrıca ortaya konan eserler NFT (Nun-fungible token) teknolojisi sayesinde dijital olarak sertifikalandırılabiliyor. Böylece dijital ortamdaki sanat eserlerinin kopyalanıp çoğaltılması riskinin önüne geçilirken, her sanat eserinin biricik olması prensibi de korunmuş oluyor.

 

Örnekleri neler?

1960’larda Frieder Nake’nin ortaya koyduğu çalışmalar dijital sanat açısından çığır açıcı bir öneme sahip. Nake, teknolojik cihazlar sayesinde Paul Klee isimli başka bir sanatçıya ait eserin algoritmasını çıkararak bunları kendi eserine uygulamayı başarıyor. Bir anlamda kodların sanatsal ürüne dönüşme serüveninin de önünü açıyor.

İnsan makine etkileşiminin ilk sanatsal örneklerini veren bir başka isim de Harold Cohen. Sanatçı, 1980’lerin başında geliştirdiği AARON isimli robotik makineyle soyut çizimler ortaya koyuyor. Cihaz zamanla gelişerek doğadaki nesneleri taklit edebiliyor, bu sayede yapay zekânın sanat dünyasına dahil olmasının ilk adımları da atılmış oluyor.

2000’lerle birlikte dijitalleşmenin sanatsal alandaki yansımaları daha fazla görünür olmaya başlıyor.  Mike Campau bu dönemde dikkat çeken isimlerden biri. Ford, Pepsi, Apple ve Sony gibi dünyaca ünlü markalar ile çalışan sanatçı, tasarım programları ile fotoğraf ve illüstrasyon çalışmalarına yenilikçi rötuşlar yapıyor. Bugün Campau’ya ait pek çok dijital sanat eserine NFT pazarı içerisinde ulaşılabiliyor.

Anna Zhilyaeva da dijital sanat alanında adından söz etmeye değer isimlerden. Eserlerinde sanal gerçeklik teknolojilerinden yararlanan sanatçı, “boyalı heykel” adını verdiği üç boyutlu dijital tablolarıyla adeta yer çerçekimi yasalarına meydan okuyor. Dijital fırça darbeleriyle nefes kesen görüntüler oluşturan Zhilyaeva dünya çapındaki müzelerde sahnelenmiş pek çok performansa sahip.

Mario Klingemann yapay zekâ teknolojilerinden yararlanan çağdaş sanatçılar arasında dikkat çekiyor. Eserlerinde daha çok insan vücuduna odaklanan Klingemann, derin öğrenme tekniklerini kullanarak özgün portreler tasarlıyor.

Ülkemizde dijital sanat eserlerinin ilk örneklerini veren isimlerden biri ise Özcan Onur. Grafik programları ile sanatsal üretim yapan Onur, eserlerini 1986 yıllında Paris’te ve İstanbul’da “Elektropentur” isimli sergide sunarak, bir anlamda ülkemizde teknolojiyle sanat yapma fikrini yüksek sesle duyurmaya başlıyor.

Dijital sanatın günümüzdeki en popüler temsilcilerinden biri de Refik Anadol. Kendini medya sanatçısı olarak tanımlayan Anadol, dijital kaynaklardan elde ettiği verileri yapay zekâ algoritmalarını kullanarak soyut ve hareketli görüntülere dönüştürüyor. Sanatçının, Mevlana’nın hayatından esinlenerek oluşturduğu “Rumi Dreams” isimli son projesi ise geçtiğimiz aylarda Atatürk Kültür Merkezi’nde izleyiciyle buluşmuştu.

Etiketler:
  • Kültür

  • Sanat