Sürdürülebilir Finansman ve İklim Değişikliği

1850’den bu yana, dünyada küresel sıcaklık yaklaşık olarak 1.1˚C artış gösterirken, araştırmalar; 21. yüzyılın sonuna kadar gereken aksiyonlar alınmazsa bu artışın, 4˚C’yi aşacağını gösteriyor.

Sıcaklıkla birlikte iklim değişikliği hem toplumsal hem de ekonomik açıdan birçok zarara sebep olan aşırı hava olaylarının ve doğal afetlerin de her yıl daha sık gerçekleşmesine neden oluyor.

Dünya Bankası’nın hesaplarına göre; bu felaketlerin küresel ekonomiye gerçek maliyeti yılda yaklaşık 520 milyar ABD doları gibi muazzam bir rakama ulaşırken, aynı nedenle; her yıl 26 milyon insan da yoksulluğa sürükleniyor.

2011 yılı, 486 milyar ABD doları ile dünya tarihinde doğal afetlerin en büyük ekonomik zarar yarattığı yıl olarak karşımıza çıkıyor. Zararın %83’ü, Kuzey Amerika’daki kasırgalar nedeniyle oluştu. Doğal afetlerin zararları çok boyutlu olabiliyor. Örneğin; Manhattan kıyısında deniz seviyesinin 20 cm yükselmiş olması nedeniyle, 2012’de gerçekleşen Sandy Kasırgası New York’ta %30 oranında daha büyük zarara sebep oldu. Avrupa’da ise 2018 yılındaki hava koşullarının, tarımsal üretimde 3,6 milyar ABD doları, kuraklık ve yangınların ise 3,8 milyar ABD doları civarında kayba yol açtığı biliniyor.

Amazon yangınını düşünün. Hem iklim değişikliğinin yarattığı hava değişimleri hem de Amazon içerisindeki ormanlık alanlara zarar verilmesi sonucu Dünya’nın Akciğeri olarak bilinen bir bölgenin felakete sürüklenmesine yol açtı. Birçok canlının habitatı yok oldu ve küresel karbon bütçesi negatif bir şekilde etkilendi. Tıpkı bunun gibi sayabileceğimiz felaketler zincirini ne yazık ki çoktan yaşamaya başladık ve herhangi bir önlem almazsak; bırakın dolaylı yoldan etkilenmeyi, doğrudan etkileneceğimiz çeşitli felaketlere tanıklık edeceğiz.

İklim değişikliği, yaşam alanlarımızdaki güvenliğimizden tarımsal üretimimize, her yönüyle hayatımızı etkiliyor. Bunun sonucunda; yatırımların geleceğinin belirsizleştiği ve risklerin arttığı bir dönem içindeyiz. Artık geçmiş trendlere bakmak yeterli değil; geleceği öngörmeye çalışmak zorundayız.

Sürdürülebilir Kalkınma kavramının çıkış noktası

Sürdürülebilir Kalkınma konsepti, ilk olarak 20. yüzyıl sonlarına doğru dünya gündemine girdi. Nedeni: 18. ve 19. yüzyıldaki sanayi devrimi sonrası tüm dünyada yarattığımız ekonomik büyüme modelinin sonraki nesillerin refahını tehlikeye atması. Yani sürdürülebilirliği ve devamlılığı olmaması… Geçtiğimiz yüzyıllardaki büyüme modellerinde, tüm dünya olarak; doğal kaynakların ve sosyal açıdan bazı değerlerin, ekonomik aktiviteyle hiç ilgisi yokmuş gibi davrandık. Hâlbuki bunlar yokmuş gibi devam edersek duvara çarpacağız.

Örneğin; doğal kaynakları ele alalım. Bugün üretilen emtiayı her zamankinden daha çok tüketiyoruz. Tükettikten sonra nereye gittiğini düşünmeden de elden çıkarıyoruz. Oysa, tek bir kot pantolon alırken bile gezegene bıraktığımız iz oldukça ciddi. Bir tanesini üretmek için bile, ancak 10-15 yılda içebileceğimiz kadar su tüketiyoruz. 15 yıl öncesine göre; %60 daha fazla giysi alıp %50 daha az süre kullanıyoruz. Her yıl, tüm dünya olarak ürettiğimiz 53 milyon ton giysinin %85’ini ya atıyoruz ya da yakıyoruz.

Hâliyle bu düzene, gezegenin sunduğu kaynaklar dayanmıyor. Sürdürülebilir Kalkınma kavramının odağında da bu kaynaklar sınırsızmış gibi davranmamak yatıyor. Tanım bizlere diyor ki: “Gelecek nesillerin ihtiyaç duyduğu kaynaklardan ödün vermeden, bugünün ihtiyaçlarını karşıla.”

 

Sürdürülebilir Kalkınmanın sosyal boyutu

Bu konunun bir de sosyal boyutu var. Sürdürülebilir Kalkınma; göç sorunu, açlık, kadın-erkek eşitsizliği gibi sosyal birtakım açmazlara çözüm getiren bir büyüme modeli oluşturmamızı öngörüyor.

Türkiye olarak; kadınların iş gücüne katılımında, OECD ortalaması olan %63'e ulaşabilirsek, Türkiye'nin gayrisafi yurtiçi hasılası 2025'te %20 artma potansiyeline sahip.

Türkiye olarak; kadınların iş gücüne katılımında, OECD ortalaması olan %63'e ulaşabilirsek, Türkiye'nin gayrisafi yurtiçi hasılası 2025'te %20 artma potansiyeline sahip. Bu da ortalama 200-250 milyar dolarlık bir artış demek. 2025 yılı için kişi başı millî gelirde yaklaşık 2.300-2.900 dolarlık artışa denk geliyor. Diğer taraftan, gelecekte iklim değişikliği göçmenlerini de konuşacağız. 2050 yılına kadar iklim değişikliği nedeniyle; tahminen dünyada 200 milyondan fazla insan göç etmek zorunda kalacak.

 

Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları

Çevresel ve sosyal sorunlara çözüm getirirken, büyük resmi anlayarak hareket etmemiz gerek. Tüm bireyler, şirketler ve hükümetlerin ortak bir yol haritası oluşturması çok daha hızlı sonuç almamızı sağlıyor. Bu amaçla 2015’te Birleşmiş Milletler tarafından Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları adıyla 17 tane küresel hedef belirlendi ve 2016’da yürürlüğe girdi. Türkiye dahil 190’ın üzerinde BM üyesi ülke bu hedeflere imza attı.

 

Bu hedeflerin 3 temel gayesi var:

  • Dünya genelinde yoksulluğun sona ermesi,
  • Gezegeni korumak,
  • İnsanlığın barış ve refahını artırmak.

 

17 hedefin 3’ü, iklim değişikliği gibi doğrudan çevreyle ilgili. 4 tanesi dolaylı olarak çevreyi içeriyor. 9 tanesi de cinsiyet eşitliği gibi sosyal hedefler. Son 1 hedef de iş birliği yapmayı içeriyor. Bu hedefler; bir tür küresel eylem çağrısı. Ülkelerin, kamu ve özel sektörün aksiyonlarını bu hedeflere göre belirlemesi isteniyor.

 

Türkiye’nin SKA performansı

Bu hedefler konusunda Türkiye nerede diye baktığımızda, henüz gidecek yolumuz olduğunu görüyoruz. Dünya Bankası, Dünya Sağlık Örgütü, ILO gibi global kuruluşların açık verilerinden hazırlanan 2019 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu adlı bir yayın var. Bu rapora göre; Türkiye, 162 ülkenin değerlendirildiği Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları Endeksi sıralamasında 79. sırada yer aldı. 2018 raporunda, aynı kategoride değerlendirilen ülke sayısı 165’ti. Ancak baktığımızda, Türkiye’nin sıralaması değişmemiş ve yine 79. sırada yer almış. Aslında hem kamu hem özel sektör hem de sivil toplum tarafından yapılan çok önemli çalışmalar var. Ancak göstergeler, önümüzdeki fırsatları henüz yeterince değerlendiremediğimizi gösteriyor.

Dünya Ekonomik Forumu'nun 2019 raporuna göre; iş dünyasını en çok etkileyecek 10 riskin 6'sı salt çevreyle ilgili. En başta da iklim değişikliği, su krizi, ağır yağışlar gibi hava olayları geliyor.

Bankaların sürdürülebilir finans çözümleri

İklim değişikliği ile mücadele etmek, bundan kaynaklanan riskleri yönetmek ve en aza indirmek için iş dünyasının önemli sorumlulukları var. Düşük karbon ekonomisine geçiş yapmak, bu riskleri yönetmek için hayati önem taşıyor. Bu geçişi yapmak için ise önemli bir yatırım gereksinimi bulunmakta. SKH’ye küresel çapta ulaşılması için 2030 yılına kadar gereken tutar yıllık 5 ile 7 trilyon ABD doları arasında. Gelişmekte olan ülkeler için bu, yıllık 2,5 trilyon ABD doları tutarında bir açık anlamına geliyor; bu durum da finansal kurumların rolünün ne denli kritik olduğunu bir kez daha vurguluyor.

Sürdürülebilir finans, iklim risklerinin yönetilmesi ve artmasının engellenmesi için çok önemli araçlardan biri. Sürdürülebilir finans, finansmanın; çevresel, sosyal ve yönetimsel kriterler de göz önüne alınarak tedarik edildiği her türlü finansal hizmeti içeriyor. Bu gibi finansal hizmetlerin topluma uzun vadeli fayda yaratıyor olması bekleniyor.

Sürdürülebilir finans ürünlerinin ortaya çıkması son 15 yıl içerisinde gerçekleşti ve her geçen gün yatırımcıların gündeminde de daha çok yer alıyor. Yapılan bir araştırma, sürdürülebilirliğin, yatırımcıların %70’inden fazlası için yatırım tercihlerinde merkezi bir rol oynadığını gösteriyor.

2007 yılında Avrupa Yatırım Bankası (European Investment Bank), türünün ilk örneği olan, İklim Farkındalık Tahvili’ni (Climate Awareness Bond) çıkardı. 2011 yılından bu yana hızla büyüyen bir yeşil tahvil piyasası var. Küresel ölçekte 226,1 milyar ABD dolarına ulaştı. Bu tüm dünyada tahvil büyüklüğünün %1’i demek. Ama 2017 ve 2018’de müthiş bir ivme kazandı. Önümüzdeki dönemde, sürdürülebilirlik tahvili piyasasının daha da büyüyeceği öngörülüyor. Bu tahviller içinde, yüksek sosyal etkisi olan sosyal tahviller de bulunuyor.

Sürdürülebilir finansmanın geleceğinde, ortaklaşan zeminler ve çerçeveler yaratmak önemli olacak. 2018 yılında, Avrupa Komisyonu’nun yayınladığı ‘Sürdürülebilir Büyüme için Finansman Eylem Planı’nda ise ilk öne çıkan konu, yeşil finansmanda sınıflandırma. Sınıflandırmanın, sürdürülebilir yatırımlara zemin olacak bir çerçeve oluşturması hedefleniyor. Yatırımların çevresel olarak sürdürülebilirliğini sınıflandıracak bir çerçeve oluşması, uzun vadede daha güçlü bir yeşil finans pazarı oluşturacak.

Kuraklık, sel, kasırgalar gibi öngörülemeyen doğal afetlerin sayısı artarak büyük ekonomik zararlar yaratırken; değer kaybeden varlıklar, önlem almayan varlık yöneticileri için önemli bir kayıp oluşturuyor. Oluşacak kayıpları en aza indirmek ve iş dünyasının iklim değişikliği ile mücadele etmesini sağlamak için, sürdürülebilirliği yatırım tercihlerine entegre etmek tüm finans kurumları için hayati önem taşıyor. Tam da bu nedenle, dünya bankalarının genel müdürleri ‘Sorumlu Bankacılık Prensipleri’ lansmanı için Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda buluşuyor.

 

Sorumlu Bankacılık Prensipleri

Sahip olduğu rolün, ne denli önemli olduğunun bilincinde olan bankacılık sektörü, bundan yaklaşık 2 yıl önce Sürdürülebilir Kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi için sorumluluklarını yeniden tanımlama ve yeniden şekillendirme yolculuğunu başlattı. Bunun ilk adımı olarak ise Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın Finans İnisiyatifi, bu konuda bankalara ortak bir yol haritası oluşturmak için düğmeye bastı. Tüm dünyadan 30 tane bankayı Sorumlu Bankacılık Prensiplerini yazmaya davet etti. Bu bankalardan birinin de Garanti BBVA olması gurur verici.

Daha sonra özenli bir çalışmayla ortaya çıkan ‘Sorumlu Bankacılık İlkeleri’ lansmanı 22 Eylül 2019’da New York’ta gerçekleşen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısında yapıldı. Daha ilk imzaya açılan tarihte, tam 130 banka imza attı. Bu bankalar aktif büyüklük olarak küresel çapta tüm sektörün üçte birini (47 trilyon dolara tekabül ediyor) temsil ediyor. Türkiye’den ise 6 banka, prensiplere uyacağını taahhüt etti.

 

Prensiplere imza atarak temelde şunu diyoruz:

  • Bizler ana stratejimize Paris Anlaşması’nı ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nı derç edeceğiz.
  • Sonra bankamızın tüm kredi portföyünün etkilerini analiz etmeye çalışacağız. Bunu daha dünyada tam olarak yapabilen yok; ama bizler 130 banka olarak öncü olacağız.
  • Sonra da ülkemizin ihtiyaçlarına, kendi kabiliyetlerimize ve finansman alanlarımıza bakıp güçlü hedefler koyacağız.
  • Kurumlarımızda artık çevresel ve sosyal konularda uzman kadrolar istihdam edeceğiz.
  • Son olarak ise tabii ki koyduğumuz hedefleri gerçekleştireceğiz.

 

Eğer yeterince bu yolda çalışmazsak, bu prensiplerin artık bir üyesi sayılmayacağız. Hepimizin başlangıç noktası ve faaliyet alanları farklı, ancak yol haritamız aynı. Prensipler; bankaların büyüklükleri, çalışma alanları, şartları ya da şu ana kadar oluşturdukları sürdürülebilirlik altyapısından bağımsız olarak rahatça uygulamaya koyabilecekleri şekilde tasarlandı. Şeffaflık ve hesap verilebilirlik mekanizmalarını merkeze alan ilkeler; bankaların en önemli konularını yönetmelerini, hedeflerini açıklamalarını ve ilerlemeleri rapor etmelerini gerektiriyor. Bankaların gelişimini desteklemeye odaklanan ilkelerin, bankalar arası bir sıralama ölçütü ya da yetkinlik belgesi görevi görmeyeceği ifade ediliyor.

Cümlelerimi sonlandırmadan önce sizlerden bir ricam var. Sürdürülebilirlik kavramı ve bu temadaki uygulamalar artık bütün sosyal medya platformlarında, ayrıca da günlük yaşantımızda sık sık karşımıza çıkıyor. Bu noktada, sürdürülebilirliğe dayalı gelişmeleri yalnızca popüler birer konuymuş gibi görmemiz uzun vadede bize fayda sağlayamayacak. Bu konuda bir fayda yaratmak istiyorsak; sürdürülebilir bir yaşam tarzını küçük aşamalardan başlayarak daha büyük gelişimlere doğru tabiri caizse DNA’mıza işlememiz gerekiyor.

Kişisel olarak sürdürülebilirlikle ilgili yenilikçi uygulamaları yalnızca Genel Müdür Yardımcısı şapkamla değil; Yönetim Kurulu Başkanı olduğum İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği’nde de savunmaya devam ediyorum.

İçerisinde barındığımız gezegenimize verdiğimiz zararlarla ilgili farkındalık oluşturmak ve aldığımız aksiyonları hayatın akışına kapılmış bir şekilde değil de bilinçli olarak gerçekleştirmek; yenilikçi uygulamaların sürdürülebilirliği için hayati bir önem taşıyor. Geçtiğimiz günlerde, plastik atıkların azaltılmasıyla ilgili, iş dünyasından farklı şirketlerle bir plastik girişimi toplantısı gerçekleştirdik. Hem ülkemizde hem de küresel anlamda söz sahibi olan firmaların, plastik atıklarla ilgili farkındalıklarına şahitlik etmek oldukça umut vericiydi… Bu girişimin imzacı şirket sayısını, 6 ay içerisinde 50’ye, 1 yıl içerisindeyse 100’e çıkarmayı hedefliyoruz.

 

Bu noktada, konuyla ilgili son örneğimi vermek istiyorum:

Belki de tüketirken hiç düşünmediğimiz bir litrelik bir plastik şişe içerisindeki suyun üretimi için tam tamına üç litrelik su; plastik şişe ham halinden tüketime uygun haline gelene kadar harcanmış oluyor. Bu küçük bir örnek gibi görülebilir; ancak bunun gibi birbirinden farklı ve çeşitli yollarla -dolaylı da olsa- israfın büyümesine neden oluyoruz. Alışveriş yaparken satın aldığımız ürünlerin, reyona geliş aşamasına kadar geçirdiği süreçleri düşünmek hepimizin yapabileceği bir şey… Bu yüzden, şu an gezegenimize en büyük zararı veren doğrusal ekonomi modelini yani al-kullan-at anlayışını terk etmemizdeki en önemli motivasyonlardan bir tanesi farkındalığımız…

İşte tam da bu sebeple, hepimizin üstüne düşen çok önemli sorumluluklarımızın olduğunun bilincinde olmalıyız.

Etiketler:
  • Ekonomi

  • Fintech

  • Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri