İlmek İlmek Dokunan Bir Girişim: Geleneksel Dokumacılıktan Modern Tasarımlara

Dokuma ustalarının ellerinde hayat bulan kırmızı, sarı, beyaz ve siyah çizgili yöresel değerimiz… Her gidenin, bölgeden ayrılmadan önce şehir hatırası diye aldığı Karadeniz peştamalından söz ediyoruz. Âdeta unutulmaya yüz tutmuş bu değerimizin çarşı tezgâhlarından çıkıp tüm dünyaya yayıldığını görmek istemez misiniz? İşte Çiğdem Kacar Selimoğlu da bu hayalin peşinden giderek başlıyor girişim yolculuğuna.

Çiğdem Kacar Selimoğlu, İtalyan Dili ve Edebiyatı’ndan mezun olduktan sonra bir süre İtalya’ya ihracat yapan firmalarda giyim markalarında çalışıyor. Bu süreçte âtıl kalmış birçok değerin su yüzüne çıkartılabileceğine inanıyor ve ilk adım olarak memleketine, Karadeniz’e dönüyor yüzünü. Karadenizli kadınların yazmalarını, basma eteklerini, heybelerini renklendiren bu yöresel kumaşı tüm dünyaya duyurmayı amaçlıyor ve dediğini yapıyor. Karadeniz peştamalına çantalar, cüzdanlar ve aksesuarlarda yeniden hayat veriyor. Öyle ki ürettiği ürünlerle bugün sadece Türkiye değil, dünya çapında müdavimi olan bir alıcı kitlesine ulaşmış durumda.

Selimoğlu’nun girişim kararını verirken bir amacı daha var: Yerel üreticiyi desteklemek. Yalnızca kâr elde etmek değil, sosyal etki odağında ‘fark’ yaratmak hedefi. Bunun için evlerde, atölyelerde geleneksel yöntemlerle dokuma yapan yerel üreticilerin el emeklerini kazanca dönüştürmelerine imkân sağlıyor. Bölgedeki zanaatkârların desteğini arkasına alarak geleneksel dokumacılığın adını yaşatıyor.

Ekonomist dergisi ve KAGİDER iş birliğiyle düzenlediğimiz 2022 Türkiye'nin Kadın Girişimcisi Yarışması’nda kesişiyor yolumuz Çiğdem Kacar Selimoğlu ile. Kendisi, yarışmanın ‘Türkiye’nin Yöresinde Fark Yaratan Kadın Girişimcisi’ kategorisi finalistlerinden oluyor ve bize, yöresel bir değerimiz olan Karadeniz peştamalinin modern parçalar üzerinde nasıl görüneceğini gösteriyor. Sonuç muhteşem... Peki bu girişim yolculuğu şimdiki hâlini nasıl alıyor? Gelin hikâyeyi biraz da onun ağzından dinleyelim.

 

İtalya’nın a-plus tekstil markalarına çalıştıktan sonra köklerinize, Karadeniz’e dönüyorsunuz. Sizi bu büyük değişikliğe, girişimci olmaya iten süreç nasıl gelişti? K’ai&Vrosi markası nasıl doğdu? 

İnsan hafızası renklerle, dokularla ve kokularla dolu. Peştamal da tıpkı bu ögeler gibi hafızamda yer etmiş kıymetli bir örtü benim için. Çocukluğumdan itibaren her fırsatta soluğu aldığım memleketime dair anılarımda yer edinmiş bir değer.

2011 senesinde aklıma düşen bu kıymetli örtüyü günlük hayata katma ve geleceğe aktarma fikri, oğlum Selim 1 yaşına geldiğinde artık uykularımı kaçırırcasına aklımdan çıkmayınca, 2018 Ocak ayında bir hayalin girişime dönüşmesiyle K’ai&Vrosi ortaya çıktı. İtalyan Premium markaların neredeyse tamamının üretim sürecini görmüş biri olarak “Neden bize ait onlarca değerli kumaş ve türevleri varken onları katma değerli bir ürüne dönüştürmeyelim ki?” fikrinden hareketle ortaya çıkmış, köklerime dair bir borcu ödeme çabası benimki.

Markanızın adı Lazca, bir ürün babanızın köyünün adını taşıyor. Karadeniz başka hangi açılardan tasarımlarınıza, hikâyenize yansıdı? Yerelden çıkan bir değerin şimdi Amerika, Avustralya gibi ülkelerde rağbet görmesi size neler hissettiriyor?

Peştamal kıymetli bir kumaş, ancak günümüz koşullarında günlük hayatta kullanım alanını yitirmiş, kendine yer bulamamış bir örtü. Buradan hareketle marka ismi de tıpkı yitip giden başka değerlerden biri olan Lazca olarak hayat buldu. Bunu yaparken Karadeniz insanını baz alırsak aslında batısından doğusuna farklı gibi görünsek de özümüzde aynı olduğumuzu, “iyi” olduğumuzu vurgulamak istedim. Bu çerçevede hem Ardeşen Lazcası hem de Arhavi Laz dilinde aynı anlama gelen “iyi” kelimesinin eş anlamlı halini kullandım. K’ai&Vrosi köklere duyulan bir özlem, aynı zamanda cevval Karadeniz kadınının sırtından eksik etmediği peştamalı günlük hayatımıza katarak yaşatmayı ve nesilden nesile aktarmayı amaç edinmiş bir marka.

İlk model, ilk gözbebeği. “Kuz” rahmetli babamın doğduğu köyünün ismi. İlk modelimin ismi köyümüze yaptığım bir ziyaret dönüşü aklıma düştüğü için Kuz olmalıydı. 5 senedir en çok satan model olması da beni ayrıca çok mutlu ediyor. 

Benim için manevi değeri yüksek olan bu kıymetli kumaşın aynı heyecanı duyan binlerce insan tarafından sevilmesi bir yana, yalnızca el dokuması olmasından ötürü satın alan dünyanın bir ucundaki insanlar tarafından kullanılıyor olması da ayrı gurur. Örneğin Amerika, ürünlerimizi en çok gönderdiğimiz ülkelerin başında geliyor.

 

Peştamalı modern bir tasarımla birleştirerek hem unutulmaya yüz tutmuş geleneksel dokumacılığa ve zanaatkârlara hem de kültürel mirasa sahip çıkıyorsunuz. Bir yandan da gerçekten zahmetli, emek isteyen bir üretim sürecinden geçiyor. Hatta bir röportajınızda ustaları bulmak için, tezgâh başına dönsünler diye onları ikna etmek için bir hayli çaba harcadığınızı söylüyorsunuz. Bunun bir risk olduğunu düşündünüz mü hiç? İlk başladığınız noktadan nerelere geldiniz? .

 İlk etapta düşündüğüm tek risk, “Benim için bu değer çok kıymetli. Peki ya diğer insanlar? Onlar da benim gibi gururla koluna takmak ister mi?” sorusuydu. Ben bir hayalin peşinde köy köy dolaşırken görüştüğüm insanlar benimle aynı hayale ortak oldular. Henüz K’ai&Vrosi bir fikir iken “Sen yap, biz arkandayız” diyerek elimden tuttular. Fakat bu sözü söyleyenleri bulmak kolay olmadı. O noktada esas olan odağımı kaybetmeden kalbimin sesini dinlemek oldu.  Onlar dokudu ben var olan hikâyeyi anlattım. Ben anlattıkça tezgâh sesi susmadı, duyan duymayana anlattı. 2018 yılında 3.500 TL sermaye ile başlayarak ve hiç yatırım almadan adım adım büyüyerek 4. senemizde online satışa offline’ı da ekleyerek ilk dükkânımı Suadiye, Kadıköy’de açtım.

 

Karadeniz’de dokumayla başlayan üretim yolculuğu İstanbul’daki deri ustalarının ellerinde tamamlanıyor. Tüm bu süreçte yavaş üretim prensibini benimsiyor, ürün siparişlerini adil ve sürdürülebilir koşullarda gerçekleştiriyorsunuz. Size göre bir markanın sürdürülebilir olması işin doğası, toplum ve gelecek için neden bu kadar önemli?

Üretim zincirinin son halkası olan bitmiş ürünün arkasında onlarca insanın emeği yatıyor. Bu zinciri sistemli bir şekilde yürütmek de herkesin emeğini hakkıyla vermekten ve şeffaflıktan geçiyor. Yalnızca odağında kâr olan şirketlerin uzun vadede temel değerlerden yoksun olacağına inanıyorum. 

Üretim zincirinin son halkası olan bitmiş ürünün arkasında onlarca insanın emeği yatıyor. Bu zinciri sistemli bir şekilde yürütmek de herkesin emeğini hakkıyla vermekten ve şeffaflıktan geçiyor. Yalnızca odağında kâr olan şirketlerin uzun vadede temel değerlerden yoksun olacağına inanıyorum.

Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ndan “Sorumlu Üretim ve Tüketim” maddesini benimsiyoruz.  Bu sebeple üretim sürecinde girdi kalemlerimize alın terini vermiş tüm emekçilerimizin hakkını koruyoruz. Bunu yaparken de alıcılarımıza diyoruz ki “Az alın ama en iyisini alın.”

Tüketiciyi sadece almaya yönlendiren tarafta yer almayıp aldığı ürünün arkasında yatan hikâyeyi de bilmeye davet ediyoruz. Aldığı bir ürünle nasıl bir döngüyü devam ettirdiğini bilmesini istiyoruz, bunu yaparken de her daim şeffaf oluyoruz. Aldığı tek bir ürünle kaç kişinin hayatına dokunduğunu anlatıyoruz. Çünkü bir moda markası gibi trendlerin peşinden giderek yalnızca bir sezonluk alkış alan tarafta değil, kendi değerlerini koruyan ve geleceğe aktaran tarafta olalım istiyoruz. Bu bilinçle sezonlardan bağımsız, aynı modelleri 5 senedir üreterek, üretimin her alanında minimum zayiatla çalışıyoruz. 

Dokumadan rattan sepet yapımına kadar tamamen yerel üreticilerle ilerlediğiniz bir iş modeliniz var. Halk eğitim merkezleri kurslarına katılan kadınlarla çalışıyorsunuz. Sosyal etki hep odağınızda olmuş. Şirketlerin belki de en az finansal fayda kadar toplumsal etkiyi de gözetmesi neden bu kadar önemli sizce?

Yukarıda bahsettiğim sürdürülebilir olmanın bir ayağı da toplumda var olan bireyleri günlük hayatından koparmadan üretim sürecine dâhil edebilmek. Cinsiyet eşitsizliği ne yazık ki hâlâ kanayan bir yara. TÜİK verilerine göre günümüz koşullarında kadınların iş hayatına katılım oranı %28 seviyelerinde. Yine araştırmalara göre evlilik, doğum ya da farklı sebeplerle iş hayatına devam edemeyen kadınların oranı ise %40 dolaylarında. Dolayısıyla çeşitli kurslar aracılığıyla hobilerini işe dönüştürme fırsatı yaratan bireylerin, ekonomik özgürlüklerini kazanmalarının yanı sıra kendilerine sağladıkları katkıyla birlikte sağlıklı nesiller yetiştirmeleri verebileceğim en temel örnek. Bir insan değişirse dünya değişir sözünden hareketle, odağımızda olan sosyal etkinin çıktıları sanıldığından çok daha büyük. Dolayısıyla daim olması için gereken tüm döngüyü kendi adımıza sağlamaya çalışıyoruz. Bu bağlamda büyük firmaları sorumluluk almaya ve elini taşın altına koyarak bizim gibi girişimlerle iş birliklerini artırmaya davet ediyoruz.

 

Markanızın, işinizin bölgede yarattığı farka dair bizimle paylaşabileceğiniz veriler, ilginç anekdotlar var mı?

El tezgâhında dokunan peştamal/keşan neredeyse simgesel bir ögeye dönüşmüşken şu an geldiğimiz noktada binlerce metre dokunuyor olmasından dolayı mutlu ve gururluyum. Niyetim tezgâh seslerinin hiç susmaması, nesilden nesile zanaatkârlıkla birlikte bu geleneğin aktarılmaya devam etmesi.

 

Garanti BBVA’nın Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması sizin için neler ifade ediyor? Size ve markanıza neler kattı?

Her şeyden önce diğer kadın girişimcilerle aynı sahneyi paylaşmak bana çok büyük cesaret verdi. Herkes alanında o kadar iyiydi ki! Yalnızca bir ödül töreni gibi görünse de arkasında çokça emek barındıran bir yarışma. Ayrıca orada mesele ödülü alıp almamak değil, kendi sınırlarını aşmak diye düşünüyorum. 5 sene önce bu yola çıktığımda yalnızca hayallerim vardı, ancak şimdi gururla anlatacağım bir hikâyem var.

 

Son olarak sizin gibi girişimci olmak isteyen kadınlara neler söylemek istersiniz?

Günün sonunda mesele başarıysa, başarı çok göreceli bir kavram diye düşünüyorum. Cesaret gösterip kendine meydan okuyan ve sınırlarını aşan her kadın biriciktir ve başarılıdır. Bu yol engebeli; ancak yol üstündeki manzaralar öyle güzel ki yolun sonu önemini yitiriyor.

Ekip çok önemli, birbirine inanan ve güvenen bir takım varsa yalnız olmadığınızı bilin. Tek tuğladan duvar olmaz, birbirinize yaslanın. Mutlaka zorluklar yaşanacak, işte o en zor zamanlarda da bu yolculuğa çıkarken en baştaki hayalinizi ve o gücünüzü kendinize hatırlatın. Çünkü inanmak başarmanın yarısıdır. 

Etiketler:
  • Girişimcilik

  • Sosyal Refah