Sürdürülebilir Bir Şekilde Nasıl Beslenebiliriz?

Bu içerik bbvaopenmind.com’da yayımlanan “How to Feed Ourselves Sustainably” adlı makaleden uyarlanmıştır.

Sürdürülebilirlik; haberlerde, internette, reklamlarda sıklıkla gördüğümüz, iş ve gündelik hayatımızda da çokça kullandığımız bir kelime haline geldi. “Ekosisteme ve gelecek nesillere zarar vermeden ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarımızı karşılamak” şeklinde tanımlanabilecek bu kavramın beslenmemizle ilişkili olabileceğini hiç düşündünüz mü? Beslenme şeklimizin küresel emisyonlar üzerindeki etkisi nedir? Sürdürülebilir beslenme nedir? Sürdürülebilir beslenmeyi sağlamak için biz neler yapabiliriz? Gelin şimdi bu sorulara birlikte yanıt bulalım.

Beslenme şeklimizin küresel emisyonlar üzerindeki etkisi

2025 Kasım’ında Brezilya/Belen’de düzenlenen COP30 İklim Zirvesi’nden sonra devletler nezdinde yine bir belirsizlik söz konusuydu, net bir sonuca varılamadı. Ancak ilerlemenin yavaş olmasında yalnızca politikacıları sorumlu tutmak doğru bir yaklaşım değil; bireyler de iklim acil durumuyla mücadeleye katkıda bulunabilirler. Ve nereden başlayacağını bilmeyenler için faydalı bir ipucu verelim: Yemek seçimlerimiz büyük bir fark yaratabilir.

Bugün hepimiz, faaliyetlerimizin farklı şekillerde ölçülebilen çevresel bir etkisi olduğunu biliyoruz veya bilmemiz gerekiyor. Karbon ayak izi terimi, gündelik hayattaki faaliyetlerimiz sonucunda atmosfere yayılan karbondioksit gazı dahil tüm sera gazlarının CO2 ton eşdeğeri (tCO2e) cinsinden miktarını ifade ediyor.

Karbon ayak izi kavramının popülerleşmesiyle birlikte, artık bireysel ayak izimizi tahmin etmek için internette çeşitli hesaplayıcıları bulabiliyoruz. Sonuçlar farklılık gösterse de ve standartlara dayalı yaklaşık değerler olsa da, bireysel karbon ayak izimizi azaltmada hangi faktörlerin en büyük etkiye sahip olduğu konusunda artık yaygın bir fikir birliği var. Araba ve uçak yolculuğunu azaltmak gibi önlemler geniş çapta anlaşılmış gibi görünse de, bir bireyin karbon ayak izinin neredeyse üçte birini oluşturan beslenmenin etkisi, belki de o kadar dikkat çekmedi.

Kullanılan ölçüye bağlı olarak, insan kaynaklı küresel sera gazı emisyonlarının üçte biri gıdayla ilişkili. En son ve kapsamlı tahminler; üretim, işleme, nakliye, paketleme, dağıtım, tüketim ve atık yönetimini içeren yıllık toplam 18 gigaton CO2 eşdeğeri (GtCO2e) ile rakamı %34 olarak ortaya koyuyor. Bunun %71’i tarım ve hayvancılık ile arazi kullanımından kaynaklanıyor. Avrupa Komisyonu (European Commission-EC) araştırmacıları tarafından 2021’de Nature Food’da yayımlanan araştırmaya göre, bu büyük gıda sektöründen kaynaklanan emisyonların yarısı CO2, %35’i ise metan şeklinde. Genel sera gazı emisyonlarında ikincil bir oyuncu olmasına rağmen metanın uzun vadeli sera etkisinin CO2’den 28 kat daha güçlü olduğunu da belirtelim.

Bu veriler birlikte ele alındığında, gıda üretimi sırasında ortaya çıkan metanın iklim değişikliğine neden olduğu konusunda şüphe yok. Gıda sektöründe bu gazın net bir birincil kaynağı var: Hayvansal organik atık maddelerin oksijensiz şartlarda biyolojik parçalanması. Bu nedenle et tüketimi tartışmalarından bağımsız olarak, iklim acil durumuyla mücadelede hayvansal ürünlerin tüketiminde küresel çapta bir azalmanın olması gerekiyor.

2023 yılında yapılan ölçümlere göre, dünya genelindeki toplam tarım arazisi 4,8 milyarhektar; bu da küresel kara alanının üçte birinden fazlasını oluşturuyor (yaklaşık %37).

Gıda sisteminden kaynaklanan sera gazı emisyonlarını şöyle detaylandırabiliriz:

  • Tarla ve hayvancılık üretimi: Gıda sisteminin toplam emisyonlarının yaklaşık %49’unu oluşturuyor (ürün üretimi ve hayvan yetiştiriciliği).
  • Arazi kullanım değişiklikleri: Yaklaşık %19 oranında paya sahip.
  • Üretim öncesi ve sonrası süreçler (tedarik zinciri, paketleme vb.): Yaklaşık %32 pay alıyor.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre, tüm çiftlikler en az kirletici operasyonların emisyon seviyeleri ile uyumlu hale getirildiğinde karbon ayak izini %33 oranında azaltabilecek gıda üretimi sektöründe, verimlilik kazanımları için büyük bir potansiyel olduğu göz ardı edilmemeli. Ancak bu, iklim değişikliğine karşı daha sorumlu bir kişisel tutumun, özellikle GtCO2e açısından hayvancılık emisyonlarının %70’inden sorumlu olan sığırlardan elde edilen et ve süt ürünlerinin tüketimini azaltmayı tavsiye ettiği argümanını ortadan kaldırmıyor.

Sürdürülebilir beslenme nedir?

Şimdi gelelim sürdürülebilir beslenme kavramına. Aslında yeni bir kavram değil, ilk olarak 1986 yılında Joan Dye Gussow ve Katherine L. Clancy tarafından kullanıldı. Günümüz ve gelecek nesiller için sağlıklı yaşamı destekleyen, ulaşılabilir, güvenli ve çevresel etkileri düşük bir beslenme modeli olan sürdürülebilir beslenme; ilk altı ay boyunca sadece anne sütü ile beslenme ve yeterli oranda ek besin ile birlikte iki yıl ve sonrasına kadar emzirmeye devam edilmesiyle yaşamın erken döneminde başlar. Yüksek oranda işlenmiş yiyecek ve içecek ürünlerini kısıtlayan sürdürülebilir beslenme bitkisel gıdalara odaklanır. Yine de bu, et veya süt ürünlerini tamamen kesmemiz gerektiği anlamına gelmez. Sürdürülebilir beslenme, gıda kaynaklı hastalıklara neden olabilecek patojenleri ve toksinleri minimum düzeyde içerir veya mümkünse hiç içermez. Sera gazı emisyonlarını, su ve arazi kullanımını ve kimyasal kirliliği belirlenen hedefler dahilinde tutar ve biyoçeşitliliği korur. 

BM Çevre Programı’nın (UNEP) 2024 yılı Gıda İsrafı Endeksi Raporu’na göre, küresel çapta yaklaşık 735 milyon insan açlık çekiyor. Haneler her gün 1 milyardan fazla öğüne denk gelen yenilebilir gıdayı israf ediyor. Bu miktar dünya genelinde açlıktan etkilenen herkes için günde 1,3 öğüne eşdeğer. Dünyada her 11 kişiden 1’i açlık çekerken aynı anda her gün tonlarca gıda kaybediliyor veya israf ediliyor. İklim değişikliği açısından bakıldığında, gıda kaybı ve israfı günümüzde küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık %7’sinden sorumlu ve dünya tarım arazilerinin yaklaşık %30’u, sonunda hiç tüketilmeyecek gıdaların üretimi için kullanılıyor.

Sürdürülebilir beslenme, gıda kaynaklı hastalıklara neden olabilecek patojenleri ve toksinleri minimum düzeyde içerir veya mümkünse hiç içermez. Sera gazı emisyonlarını, su ve arazi kullanımını ve kimyasal kirliliği belirlenen hedefler dahilinde tutar ve biyoçeşitliliği korur.

Sürdürülebilir beslenme;

  • Kepekli tahıllar, baklagiller, kuruyemişler ve bol ve çeşitli meyve ve sebzeleri içerir.
  • Yeterli miktarda yumurta, süt ürünleri, kümes hayvanları ve balık ve kırmızı et içerir.
  • Güvenli ve temiz içme suyunu içerir.
  • Gıda üretiminde antibiyotik ve hormon kullanımını en aza indirir.
  • Gıda ambalajlarında plastik ve türevlerinin kullanımını en aza indirir.
  • Yerel kültüre, mutfak uygulamalarına, bilgi ve tüketim kalıplarına ve gıdanın tedarik edildiği, üretildiği ve tüketildiği yoldaki değerlere dayanır ve bunlara saygı gösterir.
  • Gıda israfını ve kaybını azaltır.

 

Peki sürdürülebilir beslenmeyi sağlamak için biz neler yapabiliriz?

  • Hayvansal kaynaklı besinlerin tüketim miktarını sınırlandırabilir, aşırı tüketimden kaçınabiliriz
  • Sebze ve meyve tüketimimizi artırabiliriz.
  • Tükettiğimiz her besinin mevsiminde olmasına dikkat edebiliriz.
  • Gıda israfından olabildiğince kaçınabilir, ihtiyacımız kadarını satın alabilir ve tüketebiliriz.
  • Paketli, işlenmiş gıdaların tüketimini olabildiğince sınırlandırabiliriz.
  • Yerli üretimi destekleyebiliriz.
  • Satın aldığımız besinleri doğru saklama koşullarında muhafaza ederek israf etmeyi önleyebiliriz.

 

Bitkisel bazlı beslenme “sürdürülebilir” mi?

Bitkisel bazlı beslenmenin, kendi içinde iklim açısından nötr olduğunu ve gıdaların karbon ayak izi ile ilgili endişeleri tamamen ortadan kaldırdığını varsaymak yanlış olur. Örnek olarak, yerel ürünleri tüketme, gıdanın iklim üzerindeki etkisini hafifletmek için eti azalttıktan sonra ikinci en önemli gereklilik olarak gösteriliyor. Avrupa Komisyonu tarafından yapılan bir araştırmaya göre, bu sektördeki ulaşım emisyonlarının %96’sı yerel veya bölgesel karayolu veya demiryolu yolculuklarından ve yalnızca %4’ü uluslararası lojistikten kaynaklanıyor. İlginçtir ki, ambalaj nakliyeden daha fazla emisyona katkıda bulunuyor (%4,8’e kıyasla %5,4) bu nedenle ambalajsız taze ürünler her zaman tercih ediliyor.

Tarıma gelecek olursak; arazi kullanımındaki değişiklikler, gübreler, toprak erozyonu veya pirinç tarlalarındaki metan emisyonlarındaki değişiklikler sebebiyle tarım da bir iklim ayak izine sahip. Sebzeler de dahil olmak üzere gıda üretimi, gezegenin yaşanabilir topraklarının yarısını kaplıyor. Bu gerçeğin genellikle gizli bir yan etkisi var: Organik tarım her zaman daha düşük bir çevresel maliyete sahip değildir. Çünkü daha az gübre kullanımı, daha fazla arazinin ekilmesini gerektiren birim alan başına üretilen gıda hacmini azaltır. Buna ek olarak, organik pestisitler endüstriyel pestisitlerden mutlaka daha az toksik değildir ve genellikle daha büyük miktarlarda kullanılması gerekir.

Sektörler arası bir sorun

Kısacası bireysel öneriler taze ürünlere dayalı, çoğunlukla bitkisel bazlı bir beslenme ve abur cuburdan kaçınma eğilimindeyken; gıda ayak izini azaltmak isteyen tüketiciler, gıdanın çevresel maliyetini düşürmenin yollarına ilişkin uzmanların yönergelerini takip etmedikçe seçim yapmakta zorlanacaklar. Gıdanın iklim ayak izi konusunda bir dünya otoritesi olan gıda bilimcisi Sonja Vermeulen, Carbon Brief’e yaptığı açıklamada şunları söylüyor: “Uzun süredir devam eden bu sorunu çabucak çözüme kavuşturacak sihirli bir değnek yok. Salt daha fazla bitkisel bazlı beslenmeye, yalnızca gelişmiş tarım uygulamalarına veya sadece enerji ve ulaşım sektörlerine odaklanırsak, olmamız gereken yere ulaşamayız. Üçüne de ihtiyacımız var.”

Özetle hayatımızın neredeyse her alanında karşımıza çıkan sürdürülebilirlik, beslenmemizde de önemli bir yere sahip. Sürdürülebilirliği ve sürdürülebilir beslenmeyi bir yaşam biçimi haline getirerek gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmak mümkün. Çünkü biliyoruz dünyaya iyi bakarsak geleceğe de iyi bakabiliriz!

Etiketler:
  • İklim Değişikliği

  • Gastronomi