Denizlerde Sürdürülebilirlik: Deniz Kirliliği Hakkında Her şey

Haşin dalgalarıyla yalnızca şairlere ilham vermeye yarasaydı, masmavi tonlarıyla yalnızca fotoğraflarımızı süslemekle meşgul olsaydı veya yansıttığı ay ışığıyla sadece tablolara konuk olsaydı… Yani sadece bize ‘’hizmet etmekle’’, yaşamımızı güzelleştirmekle görevli olsaydı, belki o zaman onun hakkında bu kadar endişelenmeyebilirdik. Evet, denizlerden bahsediyoruz; her geçen gün daha da grileşen maviliğimizden...

Dünya’mızın yüzeyinin dörtte üçünü kaplayan bir kaynağın, bugün nasıl bizim için ‘’kriz’’ haline geldiğini sorgulamak hepimizin görevi. Her saniye bir kamyon dolusu atık denizlere dökülürken; bu atıkların büyük bir çoğunluğunun yok olması yıllar sürerken, karnından tonlarca plastik atın çıkan balinalar, burnuna plastik takılı kalmış su kaplumbağaları, plastikleri gıda zannedip yiyen bunca canlı varken ve bu canlılar hayatlarının bir noktasında mutlaka bir atığa denk gelirken, deniz kirliliği hakkında endişelenmeme lüksümüz yok. Araştırmak, okumak, bilinçlenmek ve harekete geçmek hepimizin görevi. İşte bu yüzden, gelin, hep birlikte dalışa geçelim.

 

Deniz kirliliği nedir? Ne zaman bir küresel sorun haline geldi?

Denizdeki ekosisteme zarar veren, başta balıkçılık olmak üzere denizlerdeki tüm faaliyetleri olumsuz etkileyen, genel olarak deniz suyu kalitesini azaltan her türlü atığınboşaltılması sonucunda oluşan kirlilik, deniz kirliliği olarak tanımlanır. Deniz kirliliğinin küresel bir sorun haline gelmesine ancak 20. yüzyılın sonlarında rastlarız. Bu tarihten önce denizler kirletiliyorsa bile, bir alarm durumuna geçilecek veriden yoksunduk. 1967 yılındaki ünlü Torrey Canyon petrol tankeri kazası ve 1969 yılında Kaliforniya kıyılarına 80.000 ile 100.000 varil petrolün denize sızdığı Santa Barbara petrol kazasının ardından, deniz kirliliğini küresel ünlem işareti olarak gündemimize yerleştirmiştik. Eldeki verilerimiz, bu tarihten itibaren hemen her yıl denizlerin daha da fazla kirlendiğini ortaya çıkardı.

 

Derinlere yolculuk: Deniz neden önemli? Denizin altında yatan gerçek ne?

Masmavi güzelliği bir yana, denizin önemi hakkında hepimizin fikir yürütecek kadar bilgisi vardır. Denizlerin insan ve diğer canlıların yaşamı için neden önemli olduğunu şu 4 madde ile özetleyebiliriz:

 

  • Soluduğumuz oksijenin neredeyse yarısından fazlasını üretmesi,
  • Planktonlardan balinalara kadar birçok canlının yuvası olması,
  • Gezegenimizin biyolojik çeşitliliğinin ve ekosistemin bir kaynağı olması, 
  • Sürdürülebilir kalkınmaya, sürdürülebilir okyanus odaklı ekonomilere, yoksulluğun azaltılmasına, gıda verimliliğine ve deniz ticaretine kaynak oluşturması.

 

Gezegenimizin dörtte üçünü kapsayan bu mavilik, sadece içindeki canlı yaşamını değil, bizlerin de temel ihtiyaçlarını karşıladığı için, onun yardım çığlıklarını görmezden gelemeyiz. Peki siz, denizin derinliklerine gerçekten daldınız mı? Yüzeyde görmediğimiz gerçekler neler? Dilerseniz şimdi buna bakalım.

Canlıların %50-80’inin denizlerde yaşadığı tahmin ediliyor. Bugün 240.000’e yakın deniz canlısı tespit edilmiş durumda. Hemen ‘’Bu canlıların gezegen için önemi ne?’’ diye soralım.  Yerinizi alın çünkü bu sorunun cevabı bizi şaşırtıcı bir gerçeğe ulaştıracak. Hazırsanız söylüyoruz: ‘’Dünya’daki oksijenin %70’ini denizlerdeki canlılar üretiyor!’’

Yaygın kanının aksine, ‘’Dünya’nın ciğeri’’ ormanlar değil, denizlerdir. Okyanuslarda yaşayan Prochlorococcus bakterisi fotosentez yapar, dolayısıyla oksijen kaynağıdır ve bu ‘’görülmeyen kahraman’’ biyosferdeki oksijenin de %20’sini üretmektedir. Bu oran, yağmur ormanlarının toplamından daha yüksektir. Dünya’mızın bu kadar zengin bir oksijen kaynağı olmasının nedeni işte bu bakteriler ve dolayısıyla denizlerdir. Durun, henüz bitmedi; okyanuslar sadece oksijen de üretmez! Küresel ısınmanın temel nedenlerinden biri olan karbondioksit gazının milyarlarca tonu, her yıl denizler tarafından emilir. Yani denizlerimiz bizim güzel yaşamamız için atmosferi de temizler.

Dahası var; bugün, yaklaşık 4 milyar insan deniz ürünleriyle besleniyor. Denizlerimiz bizim için önemli bir protein kaynağı. Her yıl yaklaşık 80 milyon ton balık avlanırken, bunun 30 milyon kadarı doğrudan bizim tarafımızdan tüketiliyor. Dünyadaki her 10 kişiden 1’i temel geçimini balıkçılıkla sağlıyor. Deniz canlıları besin kaynağı olduğu kadar aynı zamanda bir ilaç kaynağı da. Alzheimer, kanser ve artrit gibi hastalıklarda kullanılan birçok medikal ürün aslında okyanustan elde edilen maddelerden üretiliyor. Denizlerdeki omurgasız canlılardan elden edilen antibiyotik, iltihap önleyici gibi tıbbi maddeler, karasal alanlarda yaşayan organizmalardan elden edilenlerden çok daha fazla. 

Deniz canlıları besin kaynağı olduğu kadar aynı zaman bir ilaç kaynağı da. Alzheimer, kanser ve artrit gibi hastalıklarda kullanılan birçok medikal ürün aslında okyanustan elde edilen maddelerden üretiliyor.

Peki biz insanlar ne yapıyoruz da bu şahane imkânları sunan deryayı kirletiyoruz? Denizlerdeki kirlenme hangi sebeplerle ortaya çıkıyor? Gelin şimdi bu gerçeklerle de yüzleşelim.

 

Denizlerdeki kirliliğin temel kaynakları

Aslında denizlerdeki kirliliğin birden çok etkeni olsa da en yoğun kirliliğe sebep olan dört faktörü şöyle sıralamamız mümkün: Atık su deşarjı, madencilik artıkları, derin deniz madenciliği, yüzeysel akışlar, gemi aktivitesi nedeniyle oluşan kirlilikler ve atmosferik kirlilik. Sırasıyla bunlara hızlıca bakalım.

Atık su deşarjı: Atık suların arıtılmaması sonucunda tifo, paratifoid, basil dizanteri, gastroenterit, kolera gibi bakteriler; mikroskobik paraziter, Hepatit A gibi sağlık sorunları oluşur. Ayrıca arıtılmamış atık sular zararlı kimyasallar ve ağır metaller içerebilir ve bunların doğrudan denize taşınması, denizi kirleterek canlı yaşamına zarar verebilir.

Madencilik atıkları: Madencilik faaliyetleri sonucunda toprağa karışan zararlı maddeler, kullanılan zararlı kimyasallar toprağa karışarak, yeraltı ve yer üstündeki akarsular aracılığıyla veya kentsel kanalizasyon sistemleriyle denizlere taşınır. Bu zincirleme süreç büyük oranda kirliliğe neden olur.

Derin deniz madenciliği: Derin deniz tabanındaki değerli minerallerin elde edilmesini amaçlayan bu madencilik faaliyetleri denizleri büyük oranda kirletir. Kirliliğin yanı sıra biyoçeşitlilik kaybına da yol açan bu faaliyetlerin sayısı her geçen gün artıyor.

Yüzeysel akış: Kentlerde, tarım alanlarında, liman ve kanal inşaatlarında ortaya çıkan yüzeysel akışlar, karbon, azot, fosfor ve diğer birçok mineralden oluşan partikülleri denize taşır. Bu karışım, yosun patlaması olarak bildiğimiz görüntünün, kıyılarda aşırı artış göstermesine ve dolaylı olarak oksijenin azalmasına neden olur.

Gemi aktivitesi nedeniyle oluşan kirlilik: Bu tarz kirlenmelerin başında petrol sızıntıları gelir. Ham petrolde bulunan hidrokarbonlar deniz canlılarının hayatını tehlikeye atmakla beraber, uzun yıllar boyunca deniz tabanında kalır. Üstelik bu petrol sızıntıları, yaygın kanının aksine çoğunlukla kazalar nedeniyle değil; balast sularını denize döken tankerler, kaçak boru hatları, kanalizasyona akıtılan motor yağları gibi birçok farklı kaynaktan gelir.  

Atmosferik kirlilik: Plastik atıkların ve çöplerin, rüzgâr aracılığıyla denizlere taşınması sonucu oluşan kirliliktir. Ayrıca iklim değişikliğinin deniz sıcaklıklarını artırması ve atmosferde bulunan karbondioksit oranını yükseltmesi, okyanusların da asitlenmesine sebep olur. Bu da dolaylı olarak sudaki deniz canlısı dağılımını ve yaşamını olumsuz etkilemektedir. 

Deniz salyası - müsilaj nedir? Neden gerçekleşir?

Son zamanlarda Marmara Bölgesi’nde oluşan müsilaj (deniz salyası) akıllara tek bir soruyu getirdi: Nedir bu müsilaj ve nasıl oluştu? Hazır gündemimize de yer etmişken, deniz kirliliğiyle doğrudan alakalı olan bu konuya kısaca tekrar bakalım.

Müsilaj, birçok bitki ve mikroorganizma tarafından üretilen kalın, yapışkan bir maddedir. Üç temel nedenle oluşur: Deniz sıcaklığının yükselmesi, durağan deniz yapısı ve en etkili madde olan kirlilik. Marmara Denizi özelinde müsilaj yaratan bu nedenlere bakacak olursak; küresel iklim değişikliğine bağlı olarak Marmara Denizi’nde yükselen sıcaklığın 40 yıllık ortalamanın 2,5 derece üzerinde olduğunu, dolayısıyla müsilajın son yıllarda artış göstermesinin bu sıcaklık anomalisinden doğduğunu söyleyebiliriz.

Müsilajı yaratan bir diğer neden de Marmara Denizi’nin durağan yapısıdır; denizin yüzey kısmı Karadeniz’den gelen sudan, alt seviyeleri ise Akdeniz’den gelen sudan oluşuyor. Marmara Denizi’nin bu özelliği, denizin dibi ile yüzeyi arasıdaki dolaşımını zorlaştırıyor.

Yazımızın ilgi odağı olan temel soruna yani insan kaynaklı kirliliğe gelelim. Marmara Denizi’nin şehirleşmenin yoğun olarak yaşandığı bir bölgede yer alması, bu kirliliğin asıl kaynağı. Kirliliğin doğrudan deniz yaşamını etkilediğini söylemiştik. Kirlenmenin bir neticesi olarak, denize fazladan fosfat ve nitrat bulaşır. Atmosferin en önemli oksijen kaynağı olan fitoplanktonlar da aşırı fosfat ve nitrat seviyesi nedeniyle aşırı beslenirler ve yoğun olarak üremeye başlarlar. Yoğun üremeleriyle oluşan stres sonucunda, öldükleri zaman bir sıvı salgılarlar ve bu sıvı da müsilajı yani deniz salyasını doğurur. 

Sonuç olarak, evsel, tarımsal ve kimyasal atıkların doğrudan denize dökülmesi, iklim şartlarının değişmesiyle birleşerek güçleniyor ve bizi yoğun bir müsilaj sorununa götürüyor.

 

Müsilaj denizi ve dolayısıyla çevreyi nasıl etkiler?

  • Müsilajın yüzeyde görüldüğü kadarının daha fazlası, denizin dibinde yayılmış halde görünür. Fakat her iki durumda da oksijen üreten canlıların ışık ile temasını azaltır veya keser. Beslenemeyen ve ışık alamayan bu canlılar ölür ve sonuçta denizdeki canlı çeşitliliği azalır.
  • Müsilaj sonucunda denizde yüksek oranda karbon birikimi olur. Bu da denizin havadaki toksik maddeleri temizlemesini zorlaştırır.
  • Müsilaj, larvaları içinde hapsederek, onların denizlerdeki besinlerle temasını keser.
  • Müsilaj nedeniyle kirlenen deniz, başta balıkçılık olmak üzere, deniz suyundan faydalanan tüm üretim tesislerinin faaliyetlerini olumsuz etkiler, gıda verimliliğine ve ekonomik yaşama ket vurur.

 

Peki bizleri korkutan Marmara müsilaj sorunu bugün ne durumda? Yüzeyde müsilajın büyük oranda temizlendiğini gözlemleyebilsek de  uzmanlar denizin derinlikerinde hâlâ bir müsilaj sorununun yaşandığını dile getiriyor.

Garanti BBVA olarak, ​​DenizTemiz Derneği/ TURMEPA iş birliğiyle deniz kirliliğini önlemek; Marmara Denizi’nde atık yüzey temizliği ve bölge illerinde gelecek nesillere deniz temizliği konusunda farkındalık eğitimleri gerçekleştirmek amacıyla Mavi Nefes Projesi’ni hayata geçiriyoruz. Detaylar için tıklayın!

Damlaya damlaya göl olalım: Nasıl önlemler alabiliriz?

Öncelikle müsilajın oluşum hızını kesen kısa vadeli önlemlere bakalım ve ardından kalıcı çözüm sunan, zamanla tamamen müsilajın önüne geçecek olan uzun vadeli önlemleri sıralayalım.

 

Kısa vadeli önlemler:

  • Deniz yüzeyinde müsilaj görülmesi durumunda dibe çökmeden toplanması sağlanmalı. Garanti BBVA olarak, DenizTemiz Derneği/TURMEPA iş birliği ile Mavi Nefes Projesi kapsamında 2 deniz süpürgesini çalıştırarak, deniz yüzeyindeki atıkları topluyor, müsilaja neden olan kirliliğin önüne geçmeye deniz yüzeyinden başlıyoruz.
  • Müsilaj görülen yerlerden örnekler alınıp analiz edilmeli. (Bu konudaki çalışmalar devam ediyor.)
  • Atık su arıtma sisteminin yeterliliği kontrol edilmeli.
  • Derin deniz deşarjının durdulması.

 

Uzun vadeli önlemler:

  • Müsilaj yaratan sebepler kaynaklarından engellenmeli.
  • Kamu, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ile iş birliğine gidilmeli ve bilinçlendirme çalışmaları yapılmalı, acil eylem planları hazırlanmalı.
  • Deniz kirliliği konusunda yasal mevzuatlarda güncellemeler yapılmalı.

 

Peki bireysel olarak ne yapabiliriz?

Deniz kirliliğine karşı bireysel olarak alacağımız tavırlar, kirliliğin artmamasını sağlayacak en önemli adımlar olacaktır. Peki nedir bunlar?

 

  • Eğer balık tutuyorsak, yakaladığımız yavru balıkları tekrar denize atarak onlara çoğalma fırsatı vermeliyiz.
  • Hep belirli balıkları tüketmek yerine, farklı balık türlerini tüketmeliyiz. Balık piyasasındaki arz talep dengesi belirli bir balık türü üzerinde yoğunlaşırsa, o balığın avcılık faaliyetleri artacak ve türün popülasyonu azalacaktır.
  • Gereksiz su tüketimini azaltmalıyız, atık sular eninde sonunda denize dökülür.
  • Atık yağlarımızı lavoboya dökmemeliyiz. Lavaboya dökülen bu yağlar, kanalizasyon sistemine zarar verdiği gibi denizlere de ulaşarak, su yüzeyini kaplar ve tıpkı müsilajın yaptığı gibi güneş ışınlarının denizin altına ulaşmasını engeller, bu da deniz yaşamına olumsuz yansır.
  • Sıfır atık prensiplerine göre yaşamalıyız, denizlere mümkün olduğunca az atık ulaşmasını sağlamalıyız.
  • Evsel atıklarımızı, atık ayrıştırma noktalarına bırakarak, atıklarımızın doğru bir şekilde değerlendirilmesini sağlamalı, denize ulaşmalarının önüne geçmeliyiz.
  • Karbon emisyonuna ve dolayısıyla denizlerdeki asit oranına neden olan alışkanlıklarımızı terk etmeliyiz. Karbon emisyonu, iklim değişikliğini tetikler, ilerletir ve havaların, dolaylı olarak da denizlerin ısınmasına neden olur; bu da yukarıda da belirttiğimiz gibi müsilaj gibi deniz kirliliği sorunlarına neden olur. İhtiyacımız olmayan hiçbir ürünü almamalı, daha az kırmızı et tüketmeli, kişisel araçlar yerine toplu taşıma kullanmalı, ithal ürünler yerine yerel ürünleri satın almalıyız.
  • Deniz çevresini temizleyen gönüllü gruplara katılmalıyız.

 

Unutmayın, çevre sorunlarına karşı hepimizin sorumlulukları var ve eyleme geçmek için en doğru zaman, tam olarak bu yazıyı okuduğunuz zaman...

Etiketler:
  • Çevre

  • İklim Değişikliği